
29 Kasım 2015 Pazar
25 Mayıs 2015 Pazartesi
Dönem Sonu Kitaplar Hakkında Son Değerlendirme
Puslu Kıtalar Atlası :
Gerçekten bu dönem okuduğum kitaplar arasında ilgimi en çok çeken kitaptı.
Gerçek ve Düş kavramının kullanıldığı bir kitap olduğu için daha çok dikkatimi çekti.
Herkesin okuması gerekir. İhsan Oktay Anar'ın farklı eserlerini de okumak isterim.
Mahalle Kahvesi :
İkinci defa bir Sait Faik kitabı okudum. O yüzden bunun vermiş olduğu mutluluk bir yana, kitap gerçekten okunmaya değer.
Sıradan sandığımız insanların değil de aslında kendimizin anlatıldığı bir kitap.
Herkes mutlaka Sait Faik okumalıdır.
İstanbul Efendisi :
Tiyatro izlemeyi, oynamayı ve okumayı seven biri olarak, gerçekten bu eseri okumakta ayrı bir keyifti benim için.
Osmanlı zamanındaki dönem yapısını içine alan mükemmel bir tiyatro eseri. Bu eser sayesinde bir yazar daha tanımış oldum. Musahipzade Celal.
Mutlaka bu tiyatro eserini okumalısınız demiyorum. Ama mutlaka izlemeye gidin. Bende bu yaz tatilinde gideceğim.
Yaz tatilinde farklı kitap yorumlarıyla tekrar paylaşım yapacağım..
Gerçekten bu dönem okuduğum kitaplar arasında ilgimi en çok çeken kitaptı.
Gerçek ve Düş kavramının kullanıldığı bir kitap olduğu için daha çok dikkatimi çekti.
Herkesin okuması gerekir. İhsan Oktay Anar'ın farklı eserlerini de okumak isterim.
Mahalle Kahvesi :
İkinci defa bir Sait Faik kitabı okudum. O yüzden bunun vermiş olduğu mutluluk bir yana, kitap gerçekten okunmaya değer.
Sıradan sandığımız insanların değil de aslında kendimizin anlatıldığı bir kitap.
Herkes mutlaka Sait Faik okumalıdır.
İstanbul Efendisi :
Tiyatro izlemeyi, oynamayı ve okumayı seven biri olarak, gerçekten bu eseri okumakta ayrı bir keyifti benim için.
Osmanlı zamanındaki dönem yapısını içine alan mükemmel bir tiyatro eseri. Bu eser sayesinde bir yazar daha tanımış oldum. Musahipzade Celal.
Mutlaka bu tiyatro eserini okumalısınız demiyorum. Ama mutlaka izlemeye gidin. Bende bu yaz tatilinde gideceğim.
Yaz tatilinde farklı kitap yorumlarıyla tekrar paylaşım yapacağım..
22 Mayıs 2015 Cuma
Kitap Sorusu
****İstanbul Efendisi kimdir? Nasıl konuşur, sosyal ilişkileri nasıldır, nasıl giyinir, ne yer ne içer, kadınlarla ilişkileri nasıldır? Bugün İstanbul Efendilerine rastlamak mümkün mü? Evetse, niye/nasıl? Hayırsa niye/nasıl?
İstanbul Efendisi,konağın reisidir. Osmanlı zamanının en iyi örneğidirler. Her şeyleriyle. Konuşmalarıyla herkesin ilgi odağı olur. Yani tam bir beyefendi niteliğini taşır. Kibar, hoşgörülüdür.
Sosyal ilişkileri bakımından incelersek, kesinlikle toplumda en çok saygı gören kişilerdir. İyiliksever bir kişilikleri vardır. Asla kimseyi incitmezler. İstanbul Efendisinin gözünde paranın hiçbir önemi yoktur.Asla önüne gelen yemeğe burun kıvırmaz ve iştahla yerdi. Ne yer mevzusuna gelince de şunları söylemek doğru olur; onlarda normal bir insan gibi Osmanlı yemeklerinden yerlerdi.
Giyim tarzlarına gelirsek; kıyafetleri, Osmanlı kültürüyle bezenmiş ;kavuk ,şalvar ve buna benzer kıyafetlerdir.
Kadınlarla ilişkileri pek mesafelidir. Çünkü Osmanlı zamanda kadınlar asla değer görmezdi. Köle pazarlarında, erkekler tarafından para karşılığında alınan masum kadınlar onlar için bir şey ifade etmezdi.
Şimdi İstanbul Efendisine rastlamak çok güçtür. Çünkü o zaman ki yapıyla ,şimdi ki yapı arasında çok fark var. Şimdi olan ama Osmanlı zamanında olmamış bir sürü değer vardır. Ya da tam tersi. O zaman ki cömertlik, hoşgörü ve benzeri değerlere verilen önem şuan pek önemsenmiyor. Çünkü o zaman yaşayış bakımından daha sade bir hayat vardı. Şimdi çok değişik bir hayat içindeyiz. O zamanlar saygısızlık tahammül edilemeyen bir şeyken , şuan çoğu kişi birbirini dinlemiyor ve saygı değerleri gittikçe azalıyor . Ama her ne olursa olsun bu Osmanlıdaki bazı değerleri yaşatmaya gönüllü bir kaç İstanbul Efendisi vardır. Çünkü şimdiki insanların ihtiyacı olan gerçek İstanbul Efendileridir.
İstanbul Efendisi,konağın reisidir. Osmanlı zamanının en iyi örneğidirler. Her şeyleriyle. Konuşmalarıyla herkesin ilgi odağı olur. Yani tam bir beyefendi niteliğini taşır. Kibar, hoşgörülüdür.
Sosyal ilişkileri bakımından incelersek, kesinlikle toplumda en çok saygı gören kişilerdir. İyiliksever bir kişilikleri vardır. Asla kimseyi incitmezler. İstanbul Efendisinin gözünde paranın hiçbir önemi yoktur.Asla önüne gelen yemeğe burun kıvırmaz ve iştahla yerdi. Ne yer mevzusuna gelince de şunları söylemek doğru olur; onlarda normal bir insan gibi Osmanlı yemeklerinden yerlerdi.
Giyim tarzlarına gelirsek; kıyafetleri, Osmanlı kültürüyle bezenmiş ;kavuk ,şalvar ve buna benzer kıyafetlerdir.
Kadınlarla ilişkileri pek mesafelidir. Çünkü Osmanlı zamanda kadınlar asla değer görmezdi. Köle pazarlarında, erkekler tarafından para karşılığında alınan masum kadınlar onlar için bir şey ifade etmezdi.
Şimdi İstanbul Efendisine rastlamak çok güçtür. Çünkü o zaman ki yapıyla ,şimdi ki yapı arasında çok fark var. Şimdi olan ama Osmanlı zamanında olmamış bir sürü değer vardır. Ya da tam tersi. O zaman ki cömertlik, hoşgörü ve benzeri değerlere verilen önem şuan pek önemsenmiyor. Çünkü o zaman yaşayış bakımından daha sade bir hayat vardı. Şimdi çok değişik bir hayat içindeyiz. O zamanlar saygısızlık tahammül edilemeyen bir şeyken , şuan çoğu kişi birbirini dinlemiyor ve saygı değerleri gittikçe azalıyor . Ama her ne olursa olsun bu Osmanlıdaki bazı değerleri yaşatmaya gönüllü bir kaç İstanbul Efendisi vardır. Çünkü şimdiki insanların ihtiyacı olan gerçek İstanbul Efendileridir.
10/C Blog Değerlendirmesi
10/C sınıfındaki MERVE DİŞBUDAK'IN bloğunu değerlendirdim.
BLOGLAR İÇİN
DEĞERLENDİRME
ÖLÇEĞİ
|
Geliştirilebilir
|
Yeterli
|
İyi
|
Çok İyi
|
Blog Tasarımı
|
Çünkü yayınların
çok göz yorucu ve karmaşık
|
|
|
|
Kitap Sorularına Verilen
Yanıtlar
|
|
Pek fazla
göremesem de, kitap hakkında yorumlar güzel.
|
|
|
Dijital Öyküler
|
|
|
|
Gerçekten
emek harcanmış.
|
Dil-Anlatım, Üslup
|
|
|
Karışıklığa
rağmen yazılar güzel.
|
|
Kullanılan Görseller
|
|
|
|
Çok uyumlu
görseller kullanılmış.
|
Linkler
|
|
|
Linkleri az
da olsa kullanmışsın.
|
|
İçerik
|
|
Karmaşık
olmasaydı, çok iyi olabilirdi.
|
|
|
Güncellik
|
|
Çoğu şeyi geç
yüklemene ve sık paylaşım yapmamana rağmen emeğin için verdim.
|
|
|
Kaynakça
|
Kaynakça
göremedim.
|
|
|
|
İstanbul Efendisi
İstanbul Efendisi, Musahipzade Celal tarafından yazılmış olan seyirlik bir oyundur.
İstanbul'un dönemsel bir portresinin çizilmeye çalışıldığı oyun yaklaşık üç saat sürelidir. Daha önce de başta Devlet Tiyatrolarıolmak üzere çeşitli topluluklarca sahnelenen İstanbul Efendisi, 1914 yılında kaleme alındı. Türk tiyatrosu klasikleri arasında sayılan eser, etnik unsurlar içermekle de ayrı bir özelliğe sahiptir.
Konusu : Bir "İstanbul efendisi" olan Savleti Efendi, kızı Esma'yı evlendirmek amacıyla bir damat adayı arayışına girer. Ancak gerek yöntemleri, gerekse Esma'ya aşık olan Safi Çelebi'nin çabaları karşısındaki tutumu, olayları traji-komik bir hale getirecektir.
Musahipzade Celal
Musahipzade Celal, (d. 31 Ağustos 1868, İstanbul - ö. 20 Temmuz 1959 – İstanbul), Türk oyun yazarı.
Türk edebiyatında tiyatro alanında ilk yazılı eserlerin verilmeye başladığı II. Meşrutiyet döneminde yetişmiş ve sadece tiyatro alanında eser vermiş iki önemli yazardan birisidir (diğeri Refik Ahmet Nuri Sekizinci). Cumhuriyetin ilanından sonra eserler vermeye devam etmiş, konularını Osmanlı döneminden günlük yaşamdan almıştır. Osmanlı toplumunda yozlaşan değerleri hicveden komedi tarzında eserler vermiştir. Yirmiden fazla oyunu bulunur.
ESERLERİ;
- Türk Kızı (basılışı 1909; 1936′da Gülsüm adıyla)
- Köprülüler (yazılışı 1912, oynanışı 1912, basılışı 1936)
- İstanbul Efendisi (yazılışı 1913, oynanışı 1917, basılışı 1936) (müzik: Leon Hancıyan)
- Lâle Devri (yazılışı 1914, oynanışı 1921, basılışı 1936) (müzik: Muallim Hakkı Bey)
- Macun Hokkası (yazılışı 1916, oynanışı 1919, basılışı 1936) (müzik: Ali Rıza Bey)
- Yedekçi (yazılışı 1919, oynanışı 1920, basılışı 1936) (müzik: Muallim Hakkı Bey)
- Kaşıkçılar (yazılışı 1920, oynanışı 1921, basılışı 1936)
- Atlı Ases (yazılışı 1921, oynanışı 1921, basılışı 1936);
- 'Demirbaş Şarl (yazılışı 1921, oynanışı 1922, basılışı 1936) (müzik: Kazım Uz)
- 'Moda Çılgınları, 1923, (müzik: Muhlis Sabahattin)
- İtaat İlâmı (yazılışı 1923, oynanışı 1924, basılışı 1936)
- Moda Çılgınları (yazılışı ve oynanışı 1923) (müzik: Muhlis Sabahattin)
- Fermanlı Deh Hazretleri (yazılışı 1924, oynanışı 1927, basılışı 1936);
- Aynaroz Kadısı (yazılışı 1927, oynanışı 1928/1929 dönemi)
- Kafes Arkasında (yazılışı 1928, oynanışı 192 basılışı 1936);
- Bir Kavuk Devrildi (yazılışı 1930, oynanışı 1930, basılışı 1936)
- Mum Söndü (yazılışı 1930, oynanışı 1931/1932 dönemi, basılışı 1936)
- Pazartesi-Perşembe (yazılışı 1931, oynanışı 1932, basılışı 1936)
- Gül ve Gönül (yazılışı 1932, oynanışı 1933, basılışı 1936)
- Balaban Ağa (yazılışı 1933, oynanışı 1935, basılışı 1936)
- Selma (yazılışı 1934, basılışı 1936, oynanışı 1961)
- Genç Osman (Mehmet Şükrü Erden ile birlikte, yazılışı 1937, oynanışı 1956).
3 Mayıs 2015 Pazar
2 Mayıs 2015 Cumartesi
Kitap Sorusu
---Sait Faik öykülerindeki insandan bahsediniz. Bu öykülerde betimlenen "insan"la dizilerde, TV8'de, yarışma programlarında gösterilen "insan" arasında bir fark var mı? Varsa nelerdir? Sait Faik öykülerinde nasıl bir dünyanın hayalini kurmaktadır? Öykülerden örnekler vererek açıklayınız.
Sait Faik'in Mahalle Kahvesi'nde anlattığı insan tabi ki dizilerdeki ve yarışmalardaki insanlara benzemez. Çünkü Sait Faik'in anlattığı insan daima her duyguyu yaşar ve kaşının telinden bile anlaşılacak bir karakteri vardır. Bu öykülerindeki insanlar asla tek bir özellikte olmazlar. Saçının rengiyle bile özelliğinde farklılık yaratır. Ama dizilerdeki o insanları sadece sahte gülüşleri ve ağlayışlarıyla biliriz. Yani dizilerdeki insanlar bizim için tiptir. Ama Sait Faik'in öykülerde anlattığı insanlar karakterdir.
Sait Faik , bize her gün sıklıkla karşılaştığımız dikkatimizi kolay kolay çekemeyecek insanları anlatmıştır. O insanlar bize göre sıradandır. Sait Faik , bu öyküde o sıradan sandığımız insanların aslında bizim hayatımızın örneği olduğuna dikkat çekmiştir. Çünkü dizilerdeki insanlar, kurgulanmıştır. Ama biz onları seyrettiğimiz için, onların hayatında ararız bizden bir şeyler. Halbuki vapurda, otobüste ve lokantalarda gördüğümüz o sıradan insanlar biziz.
Sait Faik öykülerinde daima doğadan bahseder. Bu bize Sait Faik'in doğal , yeşillik ve sevgi dolu bir dünya istediğini göstermektedir. Çünkü Sait Faik'in öykülerindeki insanların tek amacı sevgidir. Sevgisiz insan olmaz. İnsanların her gün farklı bir duyguyla uyanmalarının tek sebebi, yetmeyen sevgidir. Sevgi kalmadığında, duygular yön değiştirir.
Sait Faik'in Mahalle Kahvesi'nde anlattığı insan tabi ki dizilerdeki ve yarışmalardaki insanlara benzemez. Çünkü Sait Faik'in anlattığı insan daima her duyguyu yaşar ve kaşının telinden bile anlaşılacak bir karakteri vardır. Bu öykülerindeki insanlar asla tek bir özellikte olmazlar. Saçının rengiyle bile özelliğinde farklılık yaratır. Ama dizilerdeki o insanları sadece sahte gülüşleri ve ağlayışlarıyla biliriz. Yani dizilerdeki insanlar bizim için tiptir. Ama Sait Faik'in öykülerde anlattığı insanlar karakterdir.
Sait Faik , bize her gün sıklıkla karşılaştığımız dikkatimizi kolay kolay çekemeyecek insanları anlatmıştır. O insanlar bize göre sıradandır. Sait Faik , bu öyküde o sıradan sandığımız insanların aslında bizim hayatımızın örneği olduğuna dikkat çekmiştir. Çünkü dizilerdeki insanlar, kurgulanmıştır. Ama biz onları seyrettiğimiz için, onların hayatında ararız bizden bir şeyler. Halbuki vapurda, otobüste ve lokantalarda gördüğümüz o sıradan insanlar biziz.
Sait Faik öykülerinde daima doğadan bahseder. Bu bize Sait Faik'in doğal , yeşillik ve sevgi dolu bir dünya istediğini göstermektedir. Çünkü Sait Faik'in öykülerindeki insanların tek amacı sevgidir. Sevgisiz insan olmaz. İnsanların her gün farklı bir duyguyla uyanmalarının tek sebebi, yetmeyen sevgidir. Sevgi kalmadığında, duygular yön değiştirir.
Sait Faik, " Bir insanı sevmekle başlar her şey. " diyor. Çünkü yaşanılacak bir dünya için en önemli unsurlardan biridir sevmek. Herkesin mutlaka sevgiye ihtiyacı vardır. Huzura da aynı şekilde. Ama huzurun en önemli kaynağı sevgidir. İnsan için dünya sevildiği zaman bir şeyler ifade eder. Mutsuz bir insan asla , dünyanın güzelliklerini göremez.Sait Faik 'de her insan gibi duygulara sahiptir ve bu duygularını insanlarda kendini bularak dile getirmiştir. Sevmenin önemini başkasının mutsuzluğunda bulur insan. Sevgisiz ve mutsuzluğun kötü bir şey olduğunu da , mutlu bir insana bakarak anlarız. Çünkü biz insanlar birbirimiz için varız.
1 Mayıs 2015 Cuma
Mahalle Kahvesi
Mahalle Kahvesi, Türk yazar Sait Faik Abasıyanık'ın 1950'de yayınlanan beşinci hikâye kitabı. Eser ayrıca, yazarın yayınlanan altıncı kitabıdır. Bu kitaptaki öyküler yazarın bir önceki kitabı Lüzumsuz Adam'dakilere tarz olarak çok benzemektedir.
Hikâyelerin çoğunda İstanbul yaşamındaki insanları ve kendisini anlatmaktadır. Biri Sakarya Balıçısı olan iki hikâyesinde Adapazarı'ndaki günlerinden izlere rastlanabilir. Kınalı Adada Bir Ev isimli öyküsünde sokaktaki adamın hayatını anlatır. Sinağrit Baba'da ise gerçeküstücülüğe yönelmiştir. Yazar, hem Söylendim Durdum hem de Sinağrit Baba'da çevresindeki insanlar kadar kendisiyle de hesaplaşmaktadır.
Kitapta toplam yirmi iki hikâye bulunmaktadır. 1950'de yapılan ilk baskısının ardından ikinci baskısı 1954 yılında gene Varlık Yayınları'ndan çıkmıştır.
****Kitaptaki 22 hikâyenin 13'ü kentte, 8'i Burgaz Adası'nda, biri köyde geçmektedir. 22 hikâyenin 20'si şimdiki zamanla, ikisi ise geçmiş zamanla anlatılmaktadır. Öykülerin tümünün anlatıcısı birinci tekil kişidir. Böyle olmasına rağmen Sait Faik, sadece beş öyküde kendinden bahsetmektedir.
Hikâyelerdeki dil zaman zaman tamamen konuşma diline dönmektedir ve bol bol argo kullanılmıştır. Nurullah Ataç'ı örnek alarak "ve" bağlacını kullanmama çabası bu kitapta da devam etmektedir.
Sait Faik Abasıyanık
![]() |
SAİT FAİK ABASIYANIK |
1906'da
'nda doğdu. İlköğrenimini doğduğu kentte, Rehber-Terakki adlı özel okulda yaptıktan sonra, iki yıl Adapazarı İdadisi'ne devam etti. 'nde giden Sait Faik, orta öğretimini 1928 yılında Bursa Erkek Lisesi'ni tamamladı. Asıl adı Mehmet Sait'tir. Babası Mehmet Faik Abasıyanık kereste, ceviz kütüğü ve zahirecilik yapan bir tüccardır. Annesi Makbule Hanım da Adapazarı'nın ileri gelen kişilerinden Hacı Rıza Bey'in kızıdır. Soyadları aslında “Abasızoğulları” olduğu halde soyadı yasasının çıkışından sonra Sait Faik'in isteği üzerine Abasıyanık'a çevrilmiştir.
Çocukluğunu Adapazarı'nda geçiren Sait Faik'in ailesi, Yunanlıların kenti işgali üzerine Bolu'ya göçmüştür. Adapazarı'nın geri alınmasından sonra Müdafa-i Hukuk ve Belediye Reisi olan babası Mehmet Faik, işlerini ve evini
'a nakletmiştir.
Sait Faik kendi ifadesiyle, liseyi “heyamola ile” bitirdikten sonra İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi'ne girmiş, iki yıl kadar devam ettikten sonra eğitim biçimini beğenmediği bu fakülteyi terkederek, Fransa'nın Grenoble kentine giderek edebiyat öğrenimi yapmaya başlamıştır. Üç yıl süren bu öğrencilik döneminde Sait Faik Paris, Strassburg, Lion ve Marsilya arasında yolculuklar yapmış, yaz aylarında da İstanbul'a gelmiştir. Bu avare öğrencilik yıllarında içkiye başlamış, Fransa'da içine girdiği bohem hayatı onun kişiliğinde ve sanatında önemli bir rol oynamıştır.
1933 yılında babasının isteği üzerine İstanbul'a dönen Sait Faik, Yağ İskelesi'nde babasının bir arkadaşıyla ortak bir ticaretevi açmış, ancak burasının iflası ile ticareti bir daha dönmemek üzere terketmiştir. Daha sonra bir süre Halıcıoğlu Ermeni Yetim Lisesi'nde türkçe grup dersleri öğretmenliği yapmış, kısa sürede bu işi de bırakıp gazeteciliğe başlamış ve adliye muhabirliği yapmıştır. 1939 yılında babasını yitiren Sait Faik, 1943 yılında gazeteciliği de terkederek kendini salt yazmaya vermiş, gönlünce, avare bir yaşam sürmüş, Burgaz Ada'ya yerleşerek çok sevdiği balıkçıların, gündelik ekmeklerinin peşinde koşan küçük insanların arasında yaşamıştır.
Hiç evlenmeyen Sait Faik, 1946 yılında “siroz” hastalığına yakalanmış, doktorların uyarısı üzerine 1953 yılına kadar içkiyi bırakmış, ancak 1953 yılında Burgaz Ada'dan bıkarak Şişli'deki evine nakletmiş ve bohem yaşamına dönmüştür.
5 Mayıs 1954'de, sirozun az görülen “ihtilatlarından ” “özofaş kanaması” geçirerek Marmara Kliniği'ne kaldırılmış, ancak kanama bir türlü durdurulamayınca 11 Mayıs günü saat 02.35'de yaşamını yitirmiştir. Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilen Sait Faik'in annesi, oğlunun ölümünden sonra, her yıl önceki yılın en başarılı öykü kitabına verilmek üzere onun adına, halâ süren bir ödül kurmuştur.
1953 yılında Amerika'daki Mark Twain Derneği, Sait Faik'i üyeliğe seçmiştir.
10 Nisan 2015 Cuma
Kitapla İlgili Soru
----"Düşünüyorum öyleyse varım, düşlüyorum öyleyse varım."a dönüşür mü Puslu Kıtalar Atlası'nda? Gerçek nerede biter düş nerede başlar? Alibaz karakteri hakkında bilgi vererek bu soruları yanıtlayınız.
.....
Herkes bir şeyler düşünür ve herkes mutlaka hayatın belirli bir yerindedir. Kimsenin doğru düşündüğü önemli değildir. Düşünüyorsan varsın. Puslu Kıtalar Atlası'nda bu sözün düşünmekten öte düşlemek olduğunu görebiliriz. Hikayedeki Uzun İhsan Efendi karakteri de düşlediği şeyleri bir kitaba aktarır ve bu kitapta yazılanlar doğru çıkar. Öyleyse bu bize düşlemenin aslında düşünmekten çokta farklı olmadığını kanıtlıyor. Aslında düşlenen şeyler, gerçeklikten hiç de uzak değildir. İnsanlar bu dünyada birbirleri için vardır. düşünmenin ve düşlemenin ana kahramanı insandır. Çünkü aslında 'Düşünüyorum, öyleyse varım' sözü bize, biz insanız ve başkaları olmadan var olamayız mesajını vermektedir.
Kitaptaki Alibaz karakteri küçük ve yaramaz bir çocuktur. Arap İhsan tarafından esir alınmış bir çocuk. Arap İhsan'nın onu Uzun İhsan Efendi'ye vermesiyle o küçük çocuk okula başlar. Uzun süren bir zamandan sonra arkadaşlarıyla bir çete kurar ve çetenin başı olur. Uzun İhsan'nın zorla götürülüşünü duyup, savaş ilan eder. Aslında bu küçük bir ayrıntı bile, bize Alibaz'ın merhametli bir çete lideri olduğunu göstermektedir.
Kitapta gerçek ve düşün ne zaman başladığını bilemeyiz. Çünkü neye göre gerçek, neye göre düş olduğuna karar vermek çok zordur. Bu kitabın en dikkat çeken kısmı da budur zaten. Kitapta gerçekler ve düşler bir yarış içerisindedir.
Kitaptaki karakter düşünen bir adamı düşünüyor. O halde o vardır. Düşünde düşlediği adam da düşünüyorsa o da vardır. Bu adamın bir de kendisini düşlediğini düşlerse, o zaman gerçekten var olan biri onu düşlemiş olur. Bu sebeple de kitaptaki karakter , düşlediği adamın düşü oluyor. Düşlediği adam gerçek, kendi ise bir düş oluyor. Bu yorucu kavram haritasından çıkabilecek en iyi sonuç şudur :
- Aslında düşlediğimiz şeyler gerçekliğin ta kendisidir...
MELİH GÖLEK
.....
Herkes bir şeyler düşünür ve herkes mutlaka hayatın belirli bir yerindedir. Kimsenin doğru düşündüğü önemli değildir. Düşünüyorsan varsın. Puslu Kıtalar Atlası'nda bu sözün düşünmekten öte düşlemek olduğunu görebiliriz. Hikayedeki Uzun İhsan Efendi karakteri de düşlediği şeyleri bir kitaba aktarır ve bu kitapta yazılanlar doğru çıkar. Öyleyse bu bize düşlemenin aslında düşünmekten çokta farklı olmadığını kanıtlıyor. Aslında düşlenen şeyler, gerçeklikten hiç de uzak değildir. İnsanlar bu dünyada birbirleri için vardır. düşünmenin ve düşlemenin ana kahramanı insandır. Çünkü aslında 'Düşünüyorum, öyleyse varım' sözü bize, biz insanız ve başkaları olmadan var olamayız mesajını vermektedir.
Kitaptaki Alibaz karakteri küçük ve yaramaz bir çocuktur. Arap İhsan tarafından esir alınmış bir çocuk. Arap İhsan'nın onu Uzun İhsan Efendi'ye vermesiyle o küçük çocuk okula başlar. Uzun süren bir zamandan sonra arkadaşlarıyla bir çete kurar ve çetenin başı olur. Uzun İhsan'nın zorla götürülüşünü duyup, savaş ilan eder. Aslında bu küçük bir ayrıntı bile, bize Alibaz'ın merhametli bir çete lideri olduğunu göstermektedir.
Kitapta gerçek ve düşün ne zaman başladığını bilemeyiz. Çünkü neye göre gerçek, neye göre düş olduğuna karar vermek çok zordur. Bu kitabın en dikkat çeken kısmı da budur zaten. Kitapta gerçekler ve düşler bir yarış içerisindedir.
Kitaptaki karakter düşünen bir adamı düşünüyor. O halde o vardır. Düşünde düşlediği adam da düşünüyorsa o da vardır. Bu adamın bir de kendisini düşlediğini düşlerse, o zaman gerçekten var olan biri onu düşlemiş olur. Bu sebeple de kitaptaki karakter , düşlediği adamın düşü oluyor. Düşlediği adam gerçek, kendi ise bir düş oluyor. Bu yorucu kavram haritasından çıkabilecek en iyi sonuç şudur :
- Aslında düşlediğimiz şeyler gerçekliğin ta kendisidir...
MELİH GÖLEK
29 Mart 2015 Pazar
13 Mart 2015 Cuma
Yazarımız Hakkında
İhsan Oktay Anar
İhsan Oktay Anar (d. 1960, Yozgat), Türk yazar.
Ödül töreninden sonraki bir haber yayınına göz atalım ;
YAZARIMIZIN YAYINLANMIŞ KİTAPLARI;
![]() |
KİTAB-ÜL HİYEL |
![]() |
EFRASİYAB'IN HİKAYELERİ |
![]() |
YEDİNCİ GÜN |
![]() |
GALİZ KAHRAMAN |
9 Mart 2015 Pazartesi
Puslu Kıtalar Atlası
Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar'ın yayımlanmış ilk romanı.
Mayıs 2014'te 50. baskısı yapılan kitap ilk kez Ocak 1995 yılında İletişim Yayınları tarafından basıldı. Yayınlandığı andan itibaren hem içerik hem biçim olarak ilgi gördü. Birçok yeni baskısı yapıldı ve eleştirmenler tarafından olumlu değerlendirmelere tabi tutuldu.
'' Bu kitap dolayısıyla Anar için "edebiyatın yeni soluğu" tanımlaması yapıldı.''
KAYNAK: http://tr.wikipedia.org/wiki/Puslu_K%C4%B1talar_Atlas%C4%B1
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)